31 Mart 2016 Perşembe

VAV İLE ELİF



İnsan vav şeklinde doğar, bir ara doğrulunca kendini elif sanır. İnsan iki büklüm yaşar, oysa en doğru olduğu gün ölmüştür. Kulluğun manası vavdadır, elif uluhiyetin ve ehadiyetin simgesidir. O yüzden Lafz-ı ilahi elifle başlar. Elif kainatın anahtarıdır, vav kainattır. Rabbi vav gibi mütevazı olsun ister kulları. Musa dal olmuştur ama Firavunun gözü Elifte kalmıştır. İbrahim ateşte vavdır, 

Nemrut bizzat ateşe odun. Yunus, vav olup balığın karnında anca kurtarmıştır kendini. İnsan iki büklüm olunca rahat eder ana karnında. Boylu boyunca uzansa da kim rahattır mezarında? Vavın elifle münasebeti ne kadar iyiyse, kainatın dengeside o kadar düzgündür. Kim kimi hatırlarsa evvel o ona koşar. Kainatta tüm cisimler boşlukta dönerken insan belki o yüzden boşlukta kalmamış, Rabbi onu imanla doldurmuştur. Evvelde eliftir, bir ilahi nefesle ahirde vav olur kainat. Manayı bilmeyenler vav diyemez vay der. Buna anlamca vaveyla denir. Yani vav olamadıkları için feryad edenlerin halidir. Elif bir ağaç ve insan onun dalıdır. 

Azrail budadıkça nefesleri daha gür çıkar sesleri. Herbiri Dal olur ve o ağaçtan beslenir. Vav olur o ağacın gölgesine sığınır. Ve Allah insana seslenir, peygamber eliyle ulaşan mesajı hem dal hem vav ol der insana. "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiliği emrederler; kötülüğe engel olurlar. Namaz kılarlar, zekat verirler. Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakimdir." Başkasının önünde eğilmek ne zordur. Birilerinin emri altına girmek ne ağırdır. Krallara boyun eğmemiş insan görmediği bir varlığa mı itaat edecektir? İnsan kendinin bile farkında değildir iki lam birbirine sarılıp kainatı ayakta tutan sütunlar gibi durmuştur elifin ardında, kainatın gezegenleri yuvarlanıp son harf misali peşinden giderken, insan yolculukta geri kalmanın acısını ne zaman anlayacaktır. Zordadır sığınacak yeri yoktur. Evrene ve seslere kulak verenler duyar yeniden o kutlu çağrıyı; 

"Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Rablerine kavuşacak ve O’na döneceklerini umanlar ve Allah’a gerçek bir saygı gösterenlerden başkasına namaz elbette ağır gelir" Sonra çağırır insanı, belki cennet kokusunu duyurmak içindir bu davet, belki kendi yanına çağırıyordur. İşte o ayet: “Secde et, yaklaş!” Eğil ve ben senin başını göklere erdireyim, yıldızları ayağına sereyim, sana gezmekle bitiremeyeceğin cennetler, sayamayacağın nimetler vereyim demektir bu. Secde et, vav ol, vay dememek için...




DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY DEĞİŞİM





İnsan denilen varlık değişmeye o kadar müsait ki... Neden mi? Çünkü düşünebilen tek yaratık... Düşünebilen bir varlık değişmez mi? Elbette değişir... Her gün değil her dakika değişir hem de... Kimisi iyi anlamda kimisi kötü anlamda...

Kimisi kendini geliştirerek değişir, kimisi kendini dibe çekerek değişir... Olduğu yerde sayanlar mı? Kuşkusuz onlarda kendini dibe çekenler arasında...

Hedefi olmayıp boş boş yaşayan, ailesine önem vermeyen, küfür’ü ağzında sakız edinen, dedikodu yapmadan duramayan insanlar hangi gruptadır; hedefi için her gün bir şeyler yapan, ailesine önem veren, insanlara saygılı, ne söylediğini bilen insanlar hangi gruptadır hadi buna bir cevap verin…

Peki hangi kategoride olmak daha iyi?

“Ne lanet adam, tembel, elinden bir iş gelmez, onunla muhatap olunmaz” diye mi düşünse daha iyi çevrenizdekiler yoksa; “ne kadar iyi bir insan, çalışkan, hoşsohbet” diye mi düşünülse daha iyi?

Ne kadar güzel ki; Yüce Yaradan bizlere düşünebilme yetisi vermiş, iyiyi güzeli huy edinelim diye Kutsal Kitabımızı göndermiş... E neden be insanoğlu, neden kötüyü örnek alırsın kendine?

Değişim demiştim değil mi? Düşünebilen varlık dedim insanlar için... Evet işte onlar bugün beğendiğini yarın beğenmez... Dün beğenmediğini de bugün beğenebilir... Oysa hayvanlar öyle mi? Köpek kediden hoşlanmıyorsa her zaman hoşlanmayacak demektir, değişmez... Ya bitkiler öyle mi? Yoo onlar da öyle değil... Çiçekler suyu dünde seviyordur bugünde... Onlarda değişir elbette ama elinde olmadan, bilinçli bir şekilde değil insanlar gibi... Uzun tüyleri olan bir köpeği tıraş ettirirsin görüntüsü değişir, çiçeğe su vermezsin solar… Bakın onların değişimi bile insanoğluna bağlı...

Geçen sene ton balığı yerdim neredeyse her gün, oysa şimdi hoşlanmıyorum. Siyah saç favorimdi şimdi ise kahverengi, yaşadığım şehri sevmiyordum artık seviyorum… Şu an yazdığım yazıyı bugün beğeniyorum belki yarın beğenmeyeceğim...




Neden evlenen insanlar olduğu kadar boşananlarda var? Nedenlerinden biri eşine karşı beğenisinin azalması değil mi bazı kişilerin, beğenisinin azalmasında, önceden kendine iyi bakan eşinin sonradan kendini boş vermesi de olamaz mı? Buyurun değişen bir çift... E tersi de var tabi, sevmeyerek evlenen kişilerin de zamanla birbirlerine karşı sevgi ve saygısı artabilir… O da bir değişim...

Hayatını iyi bir insan olarak geçiren bir kişi katil ya da hırsız olabilir pekâlâ, kötü bir insanda tövbe ederek iyi bir insan olabilir...

Herkesinde bildiği gibi değişmeyen tek şey değişim... 



ZAMAN YÖNETİMİ





Profesör sınıfa girip karşısında duran Dünya'nın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra, "Bugün Zaman Yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız" dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka taş almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan "Doldu" diye cevapladılar. Profesör "Öyle mi?" dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Bir öğrenci "Dolmadı herhâlde" diye cevap verdi. Doğru" dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taşlarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Tüm sınıftakiler bir ağızdan "Hayır" diye bağırdılar. "Güzel" dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek "Bu deneyin amacı neydi" diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen "Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır" diye atladı. "Hayır" dedi profesör, "bu deneyin esas anlatmak istediği eğer büyük taşları bastan yerleştirmezseniz küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman kavanozun içine koyamazsınız" gerçeğidir". Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti: "Nedir hayatınızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayâlleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki hepsi. Bu akşam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiç bir zaman bir daha koyamazsınız, o zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir iş adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir"
Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı gitti...


İNSANLAR





İnsan sinirlenir. İnsan kırıp dökmek ister. Uğraşıp emek verdiği halde, gerçekleşmeyen hayalleri gelir aklına. Kaybettiklerini, başaramadıklarını düşünür ve kahreder yaşamına. Kimi sessiz… Kimi haykırarak...
Bazıları ise, boş vermeyi tercih eder. Yansa dünya umurunda değildir. Ne gam ne keder vardır hayatında.

İnsan gözyaşı döker; bazen sevinçten bazen hüzünden.
Bazıları bilmez ağlamayı; öylesine derinden hissettiği hisleri yoktur çünkü.

İnsan yorulur; hayatın yükünü üstlendiğinde. Nefes almak için kısa bir mola ister hayatından.
Kimisi ise, yaşamını hızla tamamlamak ister dur durak bilmeden.

Kalabalıklar içinde olmak ister insan; yalnızlığını unutmak için.
Kimisi ise, kendisiyle baş başa kalmak ister; ya da sevdiği birkaç kişiyle.

Kimisi aşkla yaşar kimisi nefretle..
Kimisi korkularıyla uyur, kimisi huzurla...
Kimisi yerde arar mutluluğu kimisi gökte...


Benzemez ki kimse kimseye...

Kibarı da var kabası da, yalancısı da var dürüstü de, zengini de var fakiri de, duygusalı da var hissizi de, cahili de var bilgini de, miskini de var çalışkanı da, oralısı da var buralısı da...


Çeşit çeşit insan var; siyahı da var beyazı da...

SOĞUK KAHVE




Kim bilir belki aynı yağmurun altında birbirimizden habersiz yürüdük…
Belki ben o gün o şehri terk ettim,
Belki bir daha aynı yağmuru tadamayacağız.
Senden haberim yok, benden haberin yok.
Başka insanlar var yanımızda.
Aşık değiliz.
Olmayan seni, olmayan beni özlüyoruz.


Ahmet Batman/Soğuk Kahve


İÇİMDEKİ BOŞLUK HİSSİ





Yüreğimde kocaman bir boşluk artıklarla keşkelerle dolmuş kocaman bir boşluk.
Göstermelik ve göndermelik olmuş her şey. Korkar olduk artık doğrularımızdan.
Bu yaşananlar bize geleceğe dair bırakılmış bir miras.
Aklımda ise boşlukta yer bulamayan doğrular…
Ortalarda bir yerdeyim.
Hasta yüreğim gökyüzü misali, yağmurlar yerine kurşunlar yağdırıyor. ve çocuklar…
Ortalarda bir yerdeyim.
Mavi gökyüzü ve deniz; özgürlüğü, huzuru ve sonsuzluğu ifade eden bir boşluk.
özgürleştireceğim yüreğimi.

kuyu da aklım.



HAYATI MUTLU YAŞAMAK






Hayatı yaşamak bazen içinizdeki o boşluğa bağırmaktır, çığlık atmaktır, ağlamaktır.
O içinizdeki boşlukla savaşmaya çalışmaktır.
Kaybetmektir,özlemektir, acı çekmektir…

Ama hayatta kalmak; siz bütün bunları içinizde yaşarken dışardakilerin hiç bir şeyden haberdar olmaması demektir.

24 Mart 2016 Perşembe

GELECEK KAYGISI

 
 

 
Yaşam insanlar için ortalama 70 yıllık bir süre. Bu süre çok uzunmuş gibi gelse de aslında oldukça çabuk geçiyor ve nasıl geçtiğini ancak yaşlandıktan sonra fark edebiliyoruz. Kısaca yaşam doğumumuzdan ölümümüze kadar Dünya’da geçirdiğimiz ortalama süreyi ifade etmektedir.
Herkes aynı süre içinde yaşamaz. Kiminin ömrü çok uzundur ve bazıları bir asırdan fazla yaşar, bazılarıysa daha doğduktan birkaç dakika sonra ölür. İnsan ömrünün ne kadar uzun olacağı bilinemez. Hatta insan hayatının ne zaman başlayıp biteceği de bizim kontrolümüz dışındadır. Buna karar verecek tek varlık yüce Allah’tır. Yaratıcımız bizim ne kadar yaşayacağımızı belirler ve ona göre yaşarız.
 
 
Hayatımızı yaşarken bazen pişman olduğumuz bazen de “İyi ki yapmışım.” dediğimiz şeyler yaşarız. Bu yaptığımız şeyler yaşam kalitemizi belirleyen unsurlardır. Eğer hayatımızda iyi ki yapmışım dediğimiz şeyler çoğunluktaysa yaşamımızı kaliteli bir şekilde yaşadığımızı gösterir. Keşke yapmasaydım dediğimiz şeyler varsa bu da bizim mutsuz olduğumuzu ifade eder. Bunun için yaşamımızı mümkün olduğunca kaliteli yaşamalı, yapamadığımız şeylere üzeleceğimize onları gerçekleştirmek için çalışmalı ve bunun için yaşamalıyız. Böylece yaşamımızda daha mutlu biri olacak ve etrafımızdaki kişileri de mutlu edeceğiz.
Yaşamımızdaki en önemli unsur ailemizdir. Onların kıymetini bilerek yaşayalım. Onlara mümkün olan en çok zamanı ayıralım. Bu sayede hem onları hem de kendimizi mutlu etmiş oluruz. Bir gün mutlaka öleceğiz. Eğer bunları yaparsak mutlu bir şekilde bu dünyadan ayrılırız. Hatta yaptığımız iyiliklerle de çevremizde saygıyla hatırlanan bir kişi oluruz. Hayatı ihmal etmeden dolu dolu yaşayarak mutlu bir ömür geçirebiliriz.
 

 

HAYAT

 




Hayatın değerini bilmek gerekir… Hayatın, sevginin, ailenin,dostluğun, aşkın…
Hayat gerçekten çok acımasız… Bir şekilde hayatın bir yerinden tutunmaya çalışıyoruz Her şeye rağmen direnebiliyoruz… Öyle ki yaşanılan zorluklar pes ettirebiliyor biz insanları Pes etmek kolay gelebiliyor bazen… Kendini veya çevredekileri suçlamak, her şeyi karşı tarafa yıkmak rahatlatıyor bazen içimizi…
Kaçmamalı insan, yaşanan sorun her ne şekilde olursa olsun kaçmamalı… Olayların karşısında bişeylerin arkasına saklanmak ve kaçmak… Ne kadar yanlış halbuki!! Ya da susmak çoğu zaman, susuşların arkasına saklanmak… Susarak hiç bir şey halledilemez… Paylaşamazsın en basit derdini bile Bu sefer içinle konuşmaya başlarsın Kendinle hesaplaşıp, sorgulamaya başlarsın O zaman kendi kendini yersin
Halbuki konuşmalı insan, derdi neyse kimleyse konuşmalı, haklı haksız yönlerini çıkarmalı ortaya… Ne malum beklide haklı olan taraf sensindir Boşuna kendini yıpratıyosundur İşte bu yüzden susmamalı insan, konuşmalı her şeyi… İnanıyorum ki konuşulduğu taktirde çözülmeyecek sorun yoktur…




Çokta irdelememek lazım hatayı… Bir olayın üstüne gitmek her zaman iyi sonuçlar doğurmaz Hatayı ve hayatı ne kadar sorgularsan o kadar sorun çıkarır sana… Onun sorun çıkaracak bir nedeni vardır mutlaka… o yüzden es geçmeli bi takım şeyleri, hele karşında sevdiğin değer verdiğin bir kişi varsa boşver bu seferlik tüm hataları…
Hayat insana her dakikasında bir oyun oynarken, bizler hayatla ve bu oyunlarla başa çıkabileceğimiz yönleri görmezden geliyoruz
Bazıları ailelerini hiçe sayar, milyonlarca acı çektirir onlara… alttan alamaz bir türlü, çekişir sürekli… Kendisini anlamasından yakınır halbuki oda ailesini anlamıyordur o esnada… Sanki bir ailesi daha olabilecekmiş gibi davranır…
Bazısı dostunu,arkadaşını küçücük bi sebepten dolayı kırar, kaybeder onu, bazen de elinin tersiyle iter dost elini sebepsiz yere…



Ya aşk… Aşk çok kolay yakalanmıyor… Eğer aşk ayağının dibine kadar geliyorsa tutmalı onu, yakalamalı yakasından… Bazen fark edilmez aşk, yanındadır, sana ses verir en derin yerinden ama anlayamazsın bazen, yada anlarsın da yokmuş gibi davranırsın… Öyle davranmak daha kolaydır çünkü, çünkü aşk zordur, bulması da elinde tutması da… Korkarsın yani,yani kaçarsın aşktan… o kovalar sen kaçarsın… Ne büyük yanılgıdır aşktan kaçmak… Oysa ki hep içindedir o, onunla nefes alırsın çoğu zaman ama korkularının yanında aşk küçük kalır
Aşkı küçültmemeli “bu aşktan korkuyorum, sonu kötü olabilir, kaçayım ben bu sevdadan, nasılsa tekrar aşık olurum unuturum onu” demek ne büyük saçmalık Belki o an yaşadığın aşkı ve coşkuyu bir daha bulamayacaksın…Belki hayatında bir çok şeyi kulak ardı ettin, korktun, kaçtın ama aşktan korkma bunu aşka yapma… koru onu en güzel şekilde…

Yani kısacası değerini bilmek lazım hayatın… Hayat gerçekten çok kısa… Yaşamanın, aldığımız nefesin ve hala bedenimizde olan ruhun değerini bilmeli… Unutmamak gerek; bir tekrarı daha yok bu hayatın, erteleme hayatı ve küçücük bir yaşanma ihtimali olan isteklerini…




                                                   DÜN BİTTİ…
                                      BUGÜN HALA DEVAM EDİYOR…
                                       YARIN BELKİ OLMAYABİLİR…

22 Mart 2016 Salı

ŞİİR TADINDA




İhbar ettim düş yolunda peyda olan o gerçeklerden yola çıkıp da varamadığım eksende rahmet dilediğim her ölü dünü ve üzüncü.

Seyrettim dibini, kavanoz dipli mihraklarla yoldan çıkmışlığını asla sorgulamayan, tümden varan söz kırımı yalıtılmış gerçeklerin.

Ve eledim en doğurgan nefreti, sürgün eyledim acımasızca süregelen onca tahakkümü ve seferberliğini boykot eden merhamet ve ıskartaya çıkmış huzur iken mesken edilesi şu anlamsız döngünün ve sürgüsünü kıran hangi savaşçıysa görmezden gelinmenin en katıksız, o rüştünü ispatlamamış merhameti, iz bildiğim bir gölgeye yığdım kötülük ve düşkün mizaçlı anlamsızlık iken yoldan çıkmışlığı marifet bilen.

Bir imgeden diğerine seğirten hangi çapkın tümce ise; rest çektim ünlem yüklü cümlelere askıntı olan bilinmezin indinde, görmezden gelmek kadar en aykırı mekanizma, benliğini sorgulayan ve yalıtılan mizacı ile masumiyet, tepe taklak olmuş olsa da zincirleme onca kazanın en sübyanı.

Bir gölgeye rast geldim gecenin zifiri boğarken aşkı ve sevgiyi.

Bir sureye rast geldim okunan ezanda.

Bir sevgiye teğet geçti şeytan ve hangi melekse bir başına, soludu çaresizliği baştan savma.

Dengimi ayartmıştı kader, dengini yitirmişti kadın ve adam.

Bir çocuk soludu acıyı ve yarası deşildi anasının sıcaklığına doyamazken belki de ana yüreği özlemine dayanamayacağının bilincinde solmuşken yolun tam da ortasında.

Suretler asılsızdı ve renksiz.

Tümceler katıksızdı ezelden.

Yontulmuş nefret iken beşerin ihaneti ve sezinlenen hangi rüya ise, gözlerim açık, mest olduğum gündüz vakti…

Yine de yeniden diyebilmenin özlemi ile saf tuttuğum ve sükûtu delen o çığlığı görmezden gelemezken insanoğlu.


Bir çocuk öldü bilinmedik bir zamanda.

Bir kadın okşadı o soğuk mezar taşını.

Henüz erkendi ayrılık için ki öteleyemediği randevusunu Azrail vaktinden çok evvel düşmüşken yola.

Bir miladı yâd etmekti aslolan, yeni bir başlangıcı sonla mimlemek.

Milim milim kusarken öfkesini, yudumlarken özlemin coğrafyasını ve sezinlediğim en acımasız ve zamansız ölüm ki; dilimin yarası ve gocunduğum onca teferruat, rast geldiğim bir denkleme düşmüşken yolu bilinmezin indinde tefekküre daldığım ve yeni baştan adımladığım.

Gölgeler idi tek kurtarıcı ve karanlıktı en ıslak düşüm, düşmeden evvel tepe üstü.

Dün kalamadı dünde, yarını olmayan bir ömrü kim ister, demekse maharet…

Bir döngüden diğerine seğirttiğim; bir tümceden bir soruya denk düştüğüm ve adı asılı o ölüm çizelgesinde: Milimini hesap etmiştim oysa çok öncesinde ve soluduğum kaçıncı acı ise görmezden gelmenin mümkün olmadığı.

Bir ben ve bir sen ve ölüm kaçınılmazı gerçeklerin en acıtanı.